bugün
yenile
    1. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
    2. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      martin luther king jr'ın efsanevi konuşması. i have a dream
    3. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      martin luther king'in efsanesi konuşmasının özeti bu cümledir.
    4. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      okul alev alsın bende yangınların arasından sevdiğim kızı kurtarayım ve evleniriz allahım inş olur amin
    5. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bazı kelime kombinasyonları var. cümleler yani. görünüşte aynı fakat dikkatli bakıldığında bambaşka değer taşıyan cümleler. öyle cümleler ki bunlar, işittiğinizde, o cümleyi kuran kişinin dünyaya geliş amacının ve sebebinin; o cümleyi kurmak olduğunu hissedersiniz.. "i have a dream!" belki de bunların en afilisi.. martin luther king bu cümleyi kurmak için insanlığa bahşedildi. tüm kalbimle buna inanıyor ve davasını destekliyorum. - link . bir şey demiştim birisine. mühim bir şey. dünyaya o cümleyi kurmak için gönderildiğimi hissetmiştim o an; bir zamanlar harika bir gülüşü olduğunu düşündüğüm biri vardı hayatımda. artık yok. henüz doğmamış kızımızda da olmasını istediğim bir gülüştü bu. artık değil. şahit olunca, sanki bundan sonra her şey çok güzel olacakmış hissi uyandırıyordu insanda. artık uyandırmıyor. belalı bir güzellikti. yüzü gülmeyince içim kararırdı. henüz dünyayı gezip çeşit çeşit güzellikler görmemiştim ama, emin olduğum bir şey vardı; gördüklerim, göreceklerim ve hiç göremeyeceğim her şey.. hepsi ona onun en güzel olduğunu söylemek için var edilmişti. insan böyle bir durumda bırakıyor güzellik mukayeselerini, tanrıya sitem etmeyi, neyi beklediğini bilmemenin verdiği ayarsız azabı. bendeki "i have a dream!" ona söylenmişti. o kadar dolu, o kadar tüm benliğimle, o kadar inanarak. hiç düşünmemiştim o an, bir anda ağzımdan dolu dolu çıkmıştı o söz; sen gerçek misin? . insanı zaman ve mekan kıskacına aldığınızda ya da insanın kendisi bu kıskacı kendine reva gördüğünde; ufku daralır, yerinde sayar, saçmalamaya başlar.. yaşlandıkça insanların çapsızlaşması bu yüzdendir. olur olmaz gereksiz şeylere kafa yorarlar. mahalle karılarının takıldığı -kendileri için gereksiz sayılan- detaylar mesela.. kim arabasını nereye ne zaman park etmiş, komşunun küçük çocuğu en son nerede oyun oynuyormuş, falanca tanıdığın düğünündeki kırmızılı kız kimlerdenmiş.. hapse giren insanların sadece bedenen hapse girmemesi bu yüzdendir. ya da kendisinden beklenen hayat merdivenlerini teker teker uslu bir şekilde çıkan insanların düştüğü o vahim çukur tam olarak budur. ben istediğiniz gibi "ideal" biri olmak istemiyorum. ideal oğul, ideal sevgili, ideal arkadaş, ideal komşu.. cengiz atay tam da bu yüzden haklı. dediğiniz her şey; umurumda değil! . mesai denilen komaya girmeyi reddediyorum! maaş, prim ve tatil gibi sus payı rüşvetlerinizi de kendinize saklayın! çalışmayı istememek değil bu, sizin için sürünmeyi kendime yedirememek. dediğiniz gibi çabalasam da bu şartlar altında asla istediğim seviyeye ulaşamayacağımın farkında olmak. size göre en fazla ne yapabilirim? bana belirlediğiniz çap ne kadar? tıp okuyup doktor olsam ve en ala hastanede en yüksek maaşla göreve başlasam potansiyelimin zirvesine ulaşır mıyım? cidden mi :d yetmez! çünkü insanların şahsi dünyalarını değil, gerçek dünyayı değiştirmek istiyorum ben! ister insanın ister inanmayın ama; sizden daha çok çalışmak ve bir şeyler yapmak için yanıp tutuşuyorum. bir şeyler üretmek ve varlığıma anlam katmak.. "korkuyordum çalışmaktan koca göbekli insanlar için. daha iyiydi çeliğe versem şekil, elimde çekiç. yahut sallasam orak, gün boyu buğday başları biçip. başımda güneş, güneşli başımdan geçirseydim yalnızca şiir." - link . ofis dediğiniz ortamlarda, laboratuvardaki kobay fareleri gibi emeğimin sömürülmesine bu yüzden razı değilim. çünkü siz bile aslında bu şartlar altında çalışmak istemiyorsunuz. vakti zamanında bu -reddedilmesi gereken- mirasın size dikta edilmesine ses çıkarmamışsınız, şimdi de diktacılığa terfi etmişsiniz. ve buna biat edilmesine alışmışsınız. orospuyu sikmişler, "tıngırtı mı var?" demiş.. sizdeki de o hesap. ben çok hisli değilim, siz çok hissizsiniz! . sizler, gardiyanlara maaş verdiğiniz takdirde onlara özgür olduklarını düşündürtüyor olabilirsiniz. ancak benim için kapalı bir mekanda belirli bir süre boyunca kalmak "zorunda" olmak en büyük mahpusluktur. mahkumlarla gardiyanlar arasında pek bir fark göremiyorum. ikisinin de ömrü o çatı altında çürüyor.. sırf para ya da sigorta veriyorsunuz diye kendime gardiyanlığı reva göremem. gardiyanlık, bedelli ve rütbeli mahkumluktan başka bir şey değil! . benim çapımı ölçmeye kalkışana kadar kendi çapınıza bakın. nedir ulan bu dünyadaki yeriniz? varlığına anlam katan en nitelikli şey ne? tanıdığım bir abim var. benden yaklaşık 15 yaş büyük. ona göre ben onun gözünde büyüşümdür ama es geçiyor ki o da benim gözümde büyüdü.. ailesi ve çevresi ne isterse yaptı garibim. oldukça iyi ve mülayim biridir. akıllıdır ama uyanık değildir. buna dediler ki şu üniversiteyi kazan, kazandı. şu bölümü oku, okudu. şu işe gir, girdi. araba al dediler, aldı. sonra da dayadılar evlilik baskısını, ilk fırsatta evlendi. şimdi çocuk çocuğa karıştı. ama adamın gözlerine bakıyorum, gram mutlu değil. abi diyorum hayat nasıl? "bütün gün klavyenin başında tıkır tıkır tıkır.. sonra akşam eve geliş ve çocuklara rağmen dinlenmek.." diye özetliyor. bu muydu lan bu güzel adama reva gördüğünüz hayat? adamın yaşam enerjisini sömürmüşsünüz, bir de bu tabloyla iftihar ediyorsunuz. sorsak oğlunuzun işi iyi, ailesi kurulu, siz de torun torbaya karıştınız. ee gözünüz açık gitmez artık.. adam her an cinnet geçirecek gibi bakıyor lan sağa sola! bunu göremeyecek kadar kör müsünüz!? --- spoiler --- yetiştim, büyüdüm, meslek seçtim. sonra bir şeyi fark ettim; 26 yaşında üstteğmen rütbesiyle.. 'ya dedim şerif sen burada ne yapıyorsun?' hiç o güne kadar sormadım ama; benim yeteneğim ne, kapasitem ne, değerlerim ne? hiç onlarla ilgili kimse bir şey öğretmedi bana. hep şey öğrettiler; kendini başkasının ayakkabısı içinde hisset dediler yani. 26 yaşında bir baktım, kendimi başkasının ayakkabısı içinde hissetmekten, kendi ayakkabımın içine giremeden ömrümü tamamlayacağım.. yavru deve -> + annesi -> - + anne bizim niye hörgücümüz var? - biz çölde çok uzun süre dayanırız susuzluğa. + bizim boynumuz niye bu kadar uzun? - çölde uzaktan gelen tehlikeleri çok rahat görürüz. + bizim toynaklar niye bu kadar geniş? - biz çölde süper gezeriz. diğer hayvanlar bizim kadar gezemez. sonra durmuş yavru deve, 'anne peki bizim atatürk orman çiftliğinde ne işimiz var allah aşkına?' demiş.. ülkeye bir bakın, ülke atatürk orman çiftliğinde yaşayan develerle dolu. adam başka bir yerde belki harikalar yaratacak, ama sistem almış getirmiş adamı bir yere koymuş, adam mutsuz.. yaptığı işte de herkese o mutsuzluğu yansıtıyor. - link --- spoiler --- bir başka tanıdığım daha var. 50'li yaşlarında biri. hiç evlenmemiş, hala annesiyle beraber yaşıyor. kasaba sayılabilecek yerde geçmiş ömrünün çoğu. doğru dürüst bir işe de girmemiş üstelik. adamın bütün günü kahvehanede falan geçiyor şimdi. kırk yılda bir denk geliriz ama ona da pişman eder. selam vermeye durun, bir başlıyor kafa ütülemeye, kahvede duyduğu her şeyi kendi fikriymiş gibi size satıyor. üstte dediğim gibi, zaman ve mekan kıskancı insanın daraltır. adam yalnızlıktan ve sıkıntıdan aynı haberi farklı gazetelerden defalarca okuyor lan. adını sanını bilmediğim insanların ne halt ettiklerini, ne dediklerini falan anlatıyor. "bana ne bunlardan." iması yapsam da anlamak işine gelmiyor. çünkü hayatı boş. çünkü odağını dağıtması lazım. çünkü kendini oyalamak için yapabileceği en kolay şey çevresinde basit detaylardır ve bu detaylar çoğu zaman dedikodunun hammaddesidir. ben böyle de olmak istemiyorum! bambaşka bir tanıdığım vardı. 90 küsür yaşında rahmetli oldu birkaç yıl önce. köyünde yaşardı. cenazesinde öğrendim, hayret ettim. adam 90 yıllık hayatında bir kere bile köyden dışarı adımını atmamış.. askere gitmeyi geçtim, şehir merkezine inmeyi geçtim, bağlı olduğu ilçenin merkezine bile gitmemiş.. 90 yıl lan! d o k s a n! hiç mi keşfetmek istemedin bu dünyayı be adam? hiç mi yeni ufuklara yelken açmak istemedin? hiç mi temiz bir sayfa açarak bir şeyler başarmak istemedin? insan hiç değilse televizyonda gördüğü bir şeyi merak eder, en azından bir defa dünya gözüyle şunu göreyim der. kimisi fener'in maçını canlı izlemek ister, kimisi kabe'ye gitmek ister. sen neden demir attın doğduğun yere? en çok da bu olmak istemiyorum! . pain and gain filmini şiddetle tavsiye ederim. hikayesi -filmde dediğine göre- gerçek bir olaydır. daniel lugo beni anlıyor.. benim gözüm onun kadar dönmedi henüz ama, şu konuda onunla hemfikirim; potansiyeli olan insanlara sunulan imkanlar yeterli değil! ve şayet bu insanlara gerekli imkanlar tahsis edilebilinirse, tüm kalbimle inanıyorum ki; dünya insanoğluyla birlikte daha önce hiç olmadığı kadar huzurlu olurdu. mesela; ismi lazım değil bir x cumhurbaşkanının oğlunun elindeki imkanlar bende olsa; birçok hayati açıdan, uzun vadede ülke insanımızın hayat standardını kalkındıracak bazı projelerim var. en büyük ve en nitelikli hayalim budur. o kadar sakınıyorum ki bu hayali insanlardan, söylemeye dilim varmıyor. bu zamana kadar da sadece bir kişiye anlatabildim. o da -bunu okuyorsa- kendini biliyor zaten. çünkü ben elimde bu projeyle belirli yerlerin kapısını çalsam, adım gibi biliyorum ki ben ve projem bir siyasi beyaz yakalının şahsi pr çalışmasına alet olacağız. küçük bir metaforla; ben kitap yazarıysam, beni destekleyecek olan malum zümreler ise yayınevi oluyor. dolayısıyla da bu işten ne ben, ne de okuyucular "en karlı" dilimi alacak. yayınevi yazarı da öğütür, müşteriyi -evet, "okuru" değil.- de sömürür. yine de araştırmasına, gelişimine ve üretimine devam ediyorum hayalimin. henüz dünyada bu dediğim hayalimin emsallerine rastlayamadım. ama umarım rastlarım. o zaman hem süreç hızlanır, hem de belki irtibat kurabileceğim birileri olur.. neyse. yine çok konuştum. bundan öteye susmak yaraşır. vesselam not: (#2319684)